Bilmeyenler için, bir yabancıyla sohbete girmenin en kestirme yolu ona basit bir soru sormaktır. Eğer kişi sohbete, bir yabancıyla yakınlaşmaya yatkın biriyse, rahat bir tepki verecek ve oradan buradan konuşulmaya başlanacaktır. Bir Smolensk-Moskova treninde bu tekniğin bana uygulanmış olması, bunun ne sadece bana, ne de sadece Türklere ait bir yol olmadığı kanaatimi güçlendirmiştir.
Geçen 1 ay sonrasında iyice oranın insanına dönüşmüştüm, 2 ayrı kampa katılmış, onlarca Rus ile yakın temasta bulunmuştum. Ama hala bazı konularda bekle-gör politikasından vazgeçemiyordum, aşırı girişken olmaktan kaçınıyordum. Yabancıydım orada ve başıma bir iş açmaktan çekiniyordum. Ayrıca kız milletinin tutuculuğundan ve nazından bunalmış her yağız Türk delikanlısına olacağı üzere, Rus kızlarının rahatlığı ve kolay ulaşılabilirliğini özümsedikten sonra nabzım normalin üzerine kolay kolay çıkmaz olmuştu.
Uzun bir yolculuğa kafamı hazırlamış, yüklerimi sekiz elimle yüklenmiş, trendeki yerime yönelmiştim. Trenin hareketinden 10-15 dk kadar önce vagona girdiğim için tek tük boş yer kalmıştı ve hemen girişte yerimi göz kararı tahmin etmiştim. Oturacağım koltuğa yaklaşırken, yanımdaki koltukta sigara kokmayan veya koltuktan taşmayan birinin olmasını temenni ediyordum. Şans bu ya, hani seç de yanına otur deseler, seçilecek cinsten bir Rus kızının yanına düşmüşüm. Sağa sola bakınıp duruyor, o da yanına gelenin nasıl biri olacağını kestirmeye çalışıyordu tahminimce. Sakince yaklaştım, kızımıza hiç bakmadan eşyalarımı yukarıdaki geniş rafa yerleştirmeye başladım, ama bir yandan onun bana baktığını da hissediyordum. Eşyalarımı yerleştirdim, önem verdiğim bir hediyeyi de kırılmaması için ayağımın yanına koyarak oturdum yerime.
Yolun sohbet etmeden geçmeyeceğinin bilincindeydim ama, benim yaşlarımda görünen bu güzele de sulanıyormuş görüntüsü vermekten çekiniyordum. Ben hiç sesimi çıkarmadan oturuyordum yerimde, trenin hareket etmesini bekliyordum. O ise biraz dışarıyı seyrediyor, biraz telefonuyla bi şeyler yapıyor, sonra trenin içine doğru göz gezdiriyordu. Bu sırada gözünün bana çarptığından da emin gibiydim. Ben konuşmamakta, hatta ona doğru başımı bile çevirmemekte ısrar ediyordum. Tren hareket ettikten sonra bu duruma karşı pes eden o oldu ve Rusya'da bir kez olsun trene binmiş olan herkesin cevabını bildiği o basit soruyu sordu:
"Trende nerede sigara içilebiliyor?"
Sigarasını içip geldi ve yerine oturur oturmaz, 'bak sigara içtim ama naneli sakızımı da çiğniyorum' dercesine çantasından sakız paketini çıkarıp bana da uzattı. Ben ise başıma iş alma çekincesini bir kenara bırakmış, en rahat tavrımı takınmıştım. 18 yaşında ve Daria (Dasha) isminde olduğunu öğrenerek başladığımız sohbet, ikimiz de trenin tek düze sesine teslim olup uyuklamaya başlayacağımız 4 saat sonrasına kadar sürdü. Kırık Rusçama, esprilerine geç mukabele etmeme, bazen hiç anlamamama aldırmadan tam 4 saat konuştu Dasha. Zengin bir aileden geldiği her halinden belliydi. Avrupa başkentlerini görmüş, 2-3 defa İstanbul'a gelmişti. Babaannesinin dağ evinde geçirdiği tatillerinden anektodlar, yakın arkadaşlarıyla içmeye gidişleri, sarhoş olan arkadaşlarının yaptığı komik rezillikler, ne anlattıysa büyük dikkatle dinledim, güldüm, gülümsedim. Ben gülümsedikçe o anlattı, o anlattıkça ben gülümsedim.
Baktı dinliyorum, anlıyorum, ama az konuşabiliyorum, Avrupa seyahatlerinden, gittiği yerlerin insanları hakkındaki yargılarından bahsetmeye başladı. Avrupa'nın en kıymet bilmez insanının Polonya'da olduğu tümevarımını açıkladığı sırada yeşil gözlerine bakarken, Ankara'da güneşli bir günde aklımı alan bir çift göz hatrıma düştü. Kahverengiydi o gözler, hiç akla gelmeyecek o anda gözümün önüne gelmelerine de hiç bir sebep yoktu ortada ama, ilk gördüğüm gün Ankaramın güneşinde öyle bir parlamışlardı, öylesi bakmış, aklıma öyle kazınmışlardı ki, o gün içime düşen duygular aylar sonra bilmem kaç bin kilometre ötede diyaframıma sıcaklık saçtı, Dasha'nın hikayesiyle alakasız, utangaç bir gülümseme oldu, eridi yüzümde.
Moskova'da vedalaştık kendisiyle. Sevgilisi trenin önünden aldı, eşlik etti, şanslı çocuk yakıştırmama maruz kaldı. Ben ise aklımda düşünceler, yarı düşünceli, yarı ifadesiz bir surat ile beni Nizhniy Novgorod'a götürecek treni beklemeye başladım.
(Not: Şimdi anlatsam bizim bebelere... )