Dün haber bültenlerinde üzücü bir haber döndü*, görmeyenler için özetleyeyim: 4 ve 6 yaşlarında iki kardeş evlerinde oynarlarken küçük olanı çamaşır makinesine girmiş, büyük olan da makinenin düğmesine basarak çalıştırmış. Daha sonra panikleyen büyüğü makineyi kapatamamış, korkudan da kimseye söyleyememiş. Saatler sonra dedeleri 4 yaşındaki çocuğu aramaya başlamış ve çocuğun cansız bedenini makinede bulmuşlar.
Olay son derece üzücü, empati kurunca bile insanı ağlatabilecek kadar hem de. Ama benim burada anlatmak istediğim başka bir şey var.
Haber bandının bir bölümünde muhabirler olayla ilgili çocukların babasına birkaç soru soruyorlar. Görünüşünden ve konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla eğitim seviyesi pek de yüksek olmayan, ekonomik durumu da benzer düzeyde görünen bu abimizin (öğrendim ki pazarcılık yapıyormuş) sorulan bir soruya üzgün ve ağlamaklı bir yüzle verdiği bir cevap bende saygı uyandırdı. Soru muhtemelen “Diğer çocuğunuza sordunuz mu, olay nasıl olmuş?” kabilinden bir soruydu. Kendisi şu cevabı verdi:
“Ben oğluma bunu sormadım, soramam da. Psikolojisini bozamam. Bir oğlumu kaybettim, diğerini de kaybedemem.”
Üzgün adamların üzgün hallerinden çok vakur duruşları etkiler insanı. Bu söz üzerine abimizin küçücük ekrana yayılmış suratına saygı ve takdirle bakakaldım...
Demek ki duyarlı olmak için, sözlerinin nereye gideceğini kestirmek için, çocuğunu anlayıp korumak için eğitimli ya da cakası düzgün olmak falan gerekmiyormuş. Adam olmak, hissedebilmek, düşünebilmek yetiyormuş. Kendi çocuğunu sevebilmek, üzgün de hissetse kızgın da, onu koruyup sakınacak kadar sevmek gerekiyormuş.
Ben ise Allah’ın böyle üzüntüleri böyle insanların başına vermesine -gene- anlam veremedim.
* Haber şöyle