11 Mayıs 2013 Cumartesi

Sad Story Bro


Dün haber bültenlerinde üzücü bir haber döndü*, görmeyenler için özetleyeyim: 4 ve 6 yaşlarında iki kardeş evlerinde oynarlarken küçük olanı çamaşır makinesine girmiş, büyük olan da makinenin düğmesine basarak çalıştırmış. Daha sonra panikleyen büyüğü makineyi kapatamamış, korkudan da kimseye söyleyememiş. Saatler sonra dedeleri 4 yaşındaki çocuğu aramaya başlamış ve çocuğun cansız bedenini makinede bulmuşlar.
Olay son derece üzücü, empati kurunca bile insanı ağlatabilecek kadar hem de. Ama benim burada anlatmak istediğim başka bir şey var.
Haber bandının bir bölümünde muhabirler olayla ilgili çocukların babasına birkaç soru soruyorlar. Görünüşünden ve konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla eğitim seviyesi pek de yüksek olmayan, ekonomik durumu da benzer düzeyde görünen bu abimizin (öğrendim ki pazarcılık yapıyormuş) sorulan bir soruya üzgün ve ağlamaklı bir yüzle verdiği bir cevap bende saygı uyandırdı. Soru muhtemelen “Diğer çocuğunuza sordunuz mu, olay nasıl olmuş?” kabilinden bir soruydu. Kendisi şu cevabı verdi:
“Ben oğluma bunu sormadım, soramam da. Psikolojisini bozamam. Bir oğlumu kaybettim, diğerini de kaybedemem.”
Üzgün adamların üzgün hallerinden çok vakur duruşları etkiler insanı. Bu söz üzerine abimizin küçücük ekrana yayılmış suratına saygı ve takdirle bakakaldım...
Demek ki duyarlı olmak için, sözlerinin nereye gideceğini kestirmek için, çocuğunu anlayıp korumak için eğitimli ya da cakası düzgün olmak falan gerekmiyormuş. Adam olmak, hissedebilmek, düşünebilmek yetiyormuş. Kendi çocuğunu sevebilmek, üzgün de hissetse kızgın da, onu koruyup sakınacak kadar sevmek gerekiyormuş.
Ben ise Allah’ın böyle üzüntüleri böyle insanların başına vermesine -gene- anlam veremedim.
* Haber şöyle

3 Mayıs 2013 Cuma

Blue Valentine

"İlişkilerde genellikle taraflardan biri diğerini daha fazla sever" derler. Her iki taraf da bunu farkeder, ve kabullenirler. Ama daha fazla seven zaman içinde daha fazla sevilmek istemeye başlar. Çaba sarfeder, sabırlı davranır, işe yaramazsa imalara başvurur veya açıkça ifade etmeye başlayabilir, ya da hırçınlaşır. Daha fazla seven taraf erkek olduğunda, bir erkekten beklenmeyen tavırlar görülmeye başlanabilir. Erkek bazen o kadar sever ki, sevdiceğinin üzerine o kadar titrer ki, bu durum amacı dışına çıkıp kadını boğmaya, bıktırmaya başlayabilir. Kadın sabırlı ise bu 'yumuşak' evre atlatıldıktan sonra erkeğin hırçınlaştığı, her şeye bir kulp bulmaya başladığı, olur olmaz şeylerden sorun yarattığı evreye geçilebilir.

Yukarıdaki tanım 'aşk evliliği-birlikteliği' türünün bir alt türüne tekabül eder ve kadın-erkek ilişkilerinde hiç de yabana atılmayacak miktarda yaşanan çekişmeli süreçlerin oldukça kısa bir özetidir.

Aşk anlatmayan ama aşkı anlatan bir film yapılmış bu konu üzerine. Kanaatimce yukarıdaki tanıma uygun bir birliktelik yaşayan çiftler otursa bu filmi izlese ileride yaşayabileceklerini göreceklerdir. Ryan Gosling'in çok seven sorunlu kocayı, Michelle Williams'ın güzel, çalışkan, işini evinden çok önemseyen kadını portre ettiği film boyunca düşüncelere daldım, hikayenin gerçekçiliğiyle kavruldum. Tartışma sahnelerinde pür dikkat kesildim, Cindy her arkasını dönüp gittiğinde ben de üzüldüm, Dean doktoru yumrukladığında ben de rahatladım.

Dean'in bayıldığım repliklerinden biri:

Bence erkekler kadınlardan daha romantikler. Biz evlendiğimizde 'o kızla' evleniyoruz. Çünkü "bu kızla evlenemezsem aptalım, o harika biri" dediğimiz kızı bulana kadar aramakta ısrar ediyoruz. Ama kızlar öyle bir noktaya geliyorlar ki, en iyi ihtimali seçiyorlar ancak. "Hmm, iyi bir işi var" diyerek evlenen kızlar tanıyorum. Tüm hayatlarını beyaz atlı prenslerini arayarak geçiriyorlar ve gidip iyi bir işi olan ve etraftan uzaklaşmayacak adamla evleniyorlar.

Ama hayat ne garip my dear fellows, alıp başımızı çekip gitmek varken çabalamak ne kadar da çekici geliyor...