31 Aralık 2011 Cumartesi
30 Aralık 2011 Cuma
Was a LONE and Dark December
24 Aralık 2011 Cumartesi
Oflaya Oflaya
Bu dünya böyle dönmese de olur zaten be dayım..
22 Aralık 2011 Perşembe
Gençlerbiirliiii ooo-eeyy
Önceleri televizyon karşısında oturur, saatler boyunca maç, futbol belgeseli, cart-curt ne varsa izlerdim futbola dair ve hiç de yerinmezdim, napıyorum ben diye. Son birkaç yıldır ise futbola olan sevgime ters giden bir maç izleme çizgisine sahibim. Boş zaman azlığından, boş zaman olduğunda da daha faydalı aktiviteleri oturup maç izlemeye tercih ettiğimden kaynaklanıyor bu. Futbolu futbol olduğu için sevenler açısından çok zengin bir şehir Ankara. Taraftarıyla ünlü bir Ankaragücü zaten şehrin karakterini yansıtıyor. Ama bir de Gençlerbirliği maçları var ki, İngiliz tribünü usulü oturup, elinize çekirdeğinizi alıp bir Süper Lig maçını evinizde seyreder gibi seyredebilirsiniz. Hatta devre arasında romanınızı çıkarıp, merak içinde yarıda bıraktığınız bölümü bile bitirebilirsiniz. Hem de bedava. Vallahi.
Yukarıdaki bilet Süper Lig'in ilk yarısının son haftasında oynanan Gençlerbirliği-İstanbul B.B maçından. Bilet fiyatı bölümünde 0,00 TL yazıyor, güya davetiye bileti. Bu iş gününün okul sonrasında niyetlendik, maçtan 5 dk önce stada vardık, bilet satılan bir gişenin bile olmadığı stadın kapısında beleş biletimizi bulduk, iki adım ötemizde oynanan 4 gollü bir Süper Lig maçını biraz üşüyerek izledik geldik. Buradaki kilit sözcük niyet oluyor. Geri kalan her şeyi size sağlıyor Ankara. Soğuğu da tabii, ki nerede olduğumuzu bilelim..
14 Aralık 2011 Çarşamba
Şavurma
Bu arada ismi ilk gördüğümde kavurmayı çağrıştırmıştı bende ama ismin kökeni değişikmiş. Rusça'da döner шаурма (şaurma) olarak adlandırılıyor; sözlükte gördüğümde beni şaşırtan ve araştırmaya yönelten de bu oldu. Ama bu ismin de, bizim bildiğimiz dönerin Suriye-Lübnan-Filistin taraflarındaki adlandırılması olan şawirma'dan (bu da belli ki bizim çevirme sözcüğünden geliyor) geçmiş olması yüksek ihtimal. Arap şawirması da bizim şavurma gibi baharatlı (ve acılı) bir sosla yapılıyormuş. Ama her daim Number One TV açık olan bizim Şavurma'da kendinizi Arap varoşlarındaki salaş lokantalardan birinde hissetmiyorsunuz. Büyük eksiklik tabi.
5 Aralık 2011 Pazartesi
Hugo (Cabret)
Beklentim klasik bir fantastik film yönündeydi aslında. Beklentimin aksi yönde akan film, fantastik tanımına uygun ama son dönemin fantastik tanımına aykırı bir şekil aldı. Sinemanın belgeseli çekilecek olsa bu kadar filmsel, filmi çekilecek olsa bu kadar belgeselvari yapılabilirdi. Bunu fantezi tepsisinde yaptı Scorsese, anlattı sinema rüyasını; kendininkini, bizimkini, Méliès'inkini.
Sinema sevdalıları; izleyin, izlettirin.
19 Kasım 2011 Cumartesi
Salonda Bir Şampiyon
Ankaramın etinden sütünden sömürürcesine yararlandığım bu yılın şu yoğun zamanlarında bugün bir sürpriz bekliyormuş beni, sabahına uyanamadığım günün gündüzünde. Galatasaraylıyımdır ve sadece futbolda değil diğer tüm branşlarda da kulübümü takip ederim. Ama son yıllarda büyük branşların yanı sıra amatör branşlarda da çok başarılı bir görüntü veren Fenerbahçe gerçeğini bir sporsever olarak gözardı edemem.
Zira hiç gocunmadan ve büyük bir keyifle gittiğim Fenerbahçe Ankara Boks Okulu'nun salonuna gene bu öğlenüstü, Rusça kelimelerin zınkladığı kafamı sabit tutmaya ve boksa hazırlamaya çalışarak girdim. Öyle ya, ıssız salonu bir şampiyonun dolduracağını kestiremezdim. Levent hocamın bana bir şeylerin doğrusunu öğretmeye çabalayacağı 2 saate ısınırken, gayet normal, alelade biri salona girdi ve hazırlanmaya gitti. Dönüp ısınmaya başladığında ben Allahtan ki boyun hareketlerimi bitirmiştim. Aksi halde hocamın 'Gülsüm' hitabını duymamla birlikte bir kısım lifi zedelemem işten bile değildi. Neden sonra hocam yanıma geldi ve başıyla o yönü işaret ederek 'dünya şampiyonu' dedi. Beni gülümseten ise tahminimin doğruluğundan fazlasıydı:
Gülsüm Tatar Avrupa Şampiyonu
Levent Yıldırım hocamın elinde yetişmiş olan Gülsüm Tatar yıllarca Fenerbahçe adına mücadele etti ve 2010 yılında Kayseri Birlik Spor'a transfer oldu. Türkiye'de sayısız başarısı, Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında onlarca madalyası var. En son Ekim 2011'de Rotterdam'da Avrupa Büyük Kadınlar Boks Şampiyonası'nda 64 kiloda şampiyon oldu. Bu şampiyonluk sonrası 2012 Londra olimpiyatlarına davet edildi. Londra'da en önemli madalya umutlarımızdan biri olacak. (Bugün öğrendiğim kadarıyla ise Ankara'ya taşınmış ve olimpiyat oyunlarına burada hazırlanacakmış). Altın madalyaları şöyle (gümüşleri bronzları yazmadım bile):
2008 ve 2010 Dünya Şampiyonu
2004, 2009 ve 2011 Avrupa Şampiyonu
2006, 2007, 2008, 2010 Avrupa Birliği Şampiyonası Şampiyonu
23 Ekim 2011 Pazar
Son Zamanlarda Mutluluk Sebeplerim
Kilo almanın hamurişiyle doğrudan etkili olmadığını keşfedip, yaklaşık 1 senelik nefretli bakışmalardan sonra barışıp, gönül rahatlığıyla ama ihtiyatla yemeye başladığım simit sarayı yapımı poğaça ve simitler,
Yapacak bişey bulamadığım zamanlarda girip çıktığım, 'aha müşteri' umuduna kapılan sahaflardan birinde bulduğum, varlığından haberdar olduğum ama hiç rastgelmediğim bir Stephen King kitabı,
Sonunda başlayabildiğim Yüzüklerin Efendisi - Yüzük Kardeşliği,
Hevesle beklediğim ve TSİ geçen pazartesi 04.00'da yayınlanan The Walking Dead 2. sezon ilk bölümünün hemen o gün öğleden sonra çıkan 720p'si ve altyazısı,
Dersle antrenman arasındaki 4 saati değerlendirmek üzere boş bi sınıf ararken tam umutların sönmeye başladığı anda, çekinerek açtığım kapalı bi kapının ardındaki boş sandalyeler (ahh kapalı kapılar ah..),
Browni İntense Vişneli (yakışır be Eti).
Görüldüğü gibi mutlu olmak için çok da büyük büyük şeylere ihtiyaç duymuyoruz..
18 Ekim 2011 Salı
İyi Takım Kaleden Başlar
8 Ekim 2011 Cumartesi
James Bond - Skyfall
5 Ekim 2011 Çarşamba
Hit the Post
30 Eylül 2011 Cuma
Rehabilitasyon
26 Eylül 2011 Pazartesi
The Death of You and Me
Dünyaya bir kere geliyoruz diye inanıyorum (ama aksini iddia edenin de karşısında durmam). Bir kere geldiğimiz bu dünyada, kıçımız güvende geçirmeye çabaladığımız ömrümüz boyunca yaşayabileceğimiz en acayip, en kayda değer şey ne olurdu? Dünya hayatından ne elde etmeye çalışıyoruz? Ölüm hepimize hak. Nasıl bir ölümün bizi beklediğini bilmiyoruz ve an be an ecele yaklaşıyoruz. Çok çeşitli ölüm yolları var ve kime sorsanız acısız bir ölümü tercih eder şüphesiz. Ama ölüm anında, Azrail'in klasik yöntemle götürmesi halinde dahi, acı çekilip çekilmediğini bilmiyoruz.
O ölenler acıdan mı korktular, ölümden mi?
120'yle giden bi arabayla karşı şeride geçtiğinizi düşünün. Karşıdan gelen kamyona kafadan girmeden önceki 2-3 saniye nasıl bir adrenalinle geçerdi? Durum karışık tabi; o hayali zor anları yaşadıktan sonra sakat bi bedende yaşamaya devam etmek mümkün (ama bunu bi gözardı edin, ölümden bahsediyorum). Daha kamyona çarpmadan kalp krizinden gitmek de mümkün, müthiş bi acı yaşanan çok kısa bir süre sonunda bedeni terk etmek de. Ama dünya üzerinde bu ve bunun birkaç versiyonuna eşdeğer başka bir şey yaşayabilir misiniz? Ölüme gitmenin böylesi. Bi de düzgüncesi..
Her halükarde Allah hepimize rahmet eylesin.
22 Eylül 2011 Perşembe
'Fall' is Coming
Nostaljik yada melankolik şeyler zırvalayan biri değilimdir hiç, ama bugün, kasvetli, bulutlu, yağmurlu gecelerin düşüncesini 'hissettim'. Adilhan'dan, 'lan o kitap işte, neyini beğenmedin' dercesine bakan gözleri ensemde hissederek, sahaf sahaf dolaşıp topladığım 30 yıllık ilk baskı Stephen King'lerin 6 aylık suskunluktan sonra haykırdıklarını hissettim. Barındırdıkları o kesif kokuyu, sarı rengi düşleyip, Nescafe 3ü 1 arada ve sıcak çikolata stoğumu kontrol etmeye gittim.
16 Eylül 2011 Cuma
RocknRolla
Guy Ritchie'nin izlemediğim iki filminden biriydi. Diğeri (Swept Away) ise büyük ihtimalle hiç izlemeyeceğim bi Madonna pohpohlaması.
Kara mizah klasikleri Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch'te damarımı bulan ne varsa RocknRolla'da yeniden formüle etmiş kendisi. Olay örgüsü, karakterler, mekanlar, müzikler... Her sahnesi Ritchie kokan ama kendini biraz fazla tekrar ettiği bi iş olmuş. Defalarca dinlenesi replikler yerleştirmiş, İngiltere mozaiğinde ne kadar matrak tip varsa almış önümüze koymuş gene. Filme bir Abramovic bi de Jim Morrison yerleştirmiş (Abramovic'in kolunu bacağını keserken, Morrison'a da bırak oyunu dön artık demiş). Bi de MacGuffin yapmış. Daha ne olsun :D
3 Eylül 2011 Cumartesi
Beyazların Umudu
30 Ağustos 2011 Salı
Orta Hayat Krizi
Fiziksel olarak ne kadar genç olsanız da artık modern dünya insana kendisini çok eksik ve yetersiz hissettirebiliyor. Daha 21 yıl olmuşken, geçen her gününüzü bir kayıp olarak görebiliyorsunuz. Hırslanıp birilerine çatabiliyor, hatayı nerelerde arayacağınızı şaşırıyorsunuz. Kursta hoca 'sivodnya kakoy den' diye sorunca, 'vay a.... k...., bi gün daha geçti' diye düşünebiliyorsunuz.
Ee, şimdi bu durumu da orta hayat bunalımına dahil edip 'ulan 40'ımızda gideceğiz herhalde' mi diyeceksiniz, yoksa boşverip bu saçmalıklara ne varsa elinizde onunla mı yetineceksiniz? Zor, o da zor..
24 Ağustos 2011 Çarşamba
Orta Şekerli Latte
Ama şeker işine dikkat! Spor öncesinde karbonhidrat almak şart. Ama fazlaya kaçan karbonhidrat yağa dönüşeceğinden alınan kafein istenilen sonucu vermez. Şekere dikkat..orta şekerli latte bize yeter :)) Yağlara da dikkat!!
Nasıl yapıldığını bilmiyorum af buyurun. Tarifini nette bulursunuz.
8 Ağustos 2011 Pazartesi
Romance and Cigarettes
15 Temmuz 2011 Cuma
007 James Bond
"Onun için bu muameleler, tabii sıkıcı birer formaliteden başka bir şey değildi, ama yine de herhangi bir yabancı devletin elinde dosyası olması hoşuna gitmiyordu. Mesleğinin en mühim kozu hüviyetinin gizli kalmasıydı. Gerçek hüviyeti hakkında herhangi bir dosyaya düşürülecek en müphem bir kayıt bile kıymetini düşürürdü ve neticede onun için bir gün bir ölüm tehlikesi demek olabilirdi. Gayet iyi tanındığı Amerika'da hakkında ne bilinmesi mümkünse hepsini biliyorlardı. Bu yüzden de Bond, gölgesi bir büyücü doktor tarafından çalınmış bir zenci gibi hissediyordu kendini..."
12 Temmuz 2011 Salı
Uluborlu Kirazı
Isparta Uluborlu'da dünyanın en kaliteli kirazları yetiştiriliyormuş. 18-20 farklı çeşit kirazın yetiştirildiği bu küçük ilçenin bir kiraz festivali de var. Ama ihracatçı denen paragöz topluluk sayesinde garip milletim bu nimetten de mahrum kalıyor. Çok pahalı olduğu için iç pazarda alıcı bulamayacağı söyleniyor. Üretilen kirazın %90'ı Rusya ve AB'ye ihraç ediliyormuş. Geri kalanı da artık hangi zengin semtin hangi elit marketinde satılıyor kim bilir. Şu anda hangi Rus'un hangi Lüksemburg'lunun ağzını tatlandırıyorsa... bize de resimleri kalıyor..
6 Temmuz 2011 Çarşamba
Tyler'ın Yemek Teröristi Olarak İlk İşi
"Bunu yapanın kim olduğunu bilmezsem" der madam, "o insanların karşısına nasıl çıkarım?"
25 Haziran 2011 Cumartesi
Rebecca Hall
Vicky Cristina Barcelona’da tanıştığım Rebecca’yı The Town’da izledim önceki akşam. Scarlett Johansson’un gölgesinde kaldığı iki önemli film, The Prestige ve Vicky Cristina Barcelona’dan sonra (zaten o Javier Bardem’e de az kinlenmedik), onun bu başroldeki performansını merak etmiştim. Sade güzelliği, sükunete davet eden yüzü ve çarpık gülümsemesiyle filmin dramatik yanını temsil eder gibiydi. Ben Affleck’in senaryosuna katıldığı, yönettiği, başrolünde –yine- estirdiği filmi sıradan bir suç filmi olmaktan çıkarmaya Rebecca lazımmış zaten. Hayranlığa yaklaşan beğenim, yorumumu etkiledi mi bilemiyorum :)
1982’li bu hanım (kendisine zaafımın bir başka sebebi olarak) bi de İngilizmiş. Yaygın mükemmeliyetçi güzellik anlayışının aksine, doğallığı, sadeliği ve çarpık dişleriyle bende ilginç bi etkisinin olduğunu söylemeliyim. 2006’da The Prestige’le başlayan sinema kariyerinde basamakları yavaş ama kaliteli biçimde çıkan Rebecca’yı daha büyük filmlerin başrolünde yakın zamanda göreceğimizden eminim.