15 Ocak 2012 Pazar
The Girl with the Dragon Tattoo
Aşağıda yazılanlar, kitabı okumayanların filmi izlemeleri halinde hiç bir halt ifade etmeyecek, abartının deve hörgücü olarak kabul edilecektir. Ve kendileri tatsız yaşantılarında bir de Lisbeth'in eksik olmasıyla kendilerince pek de bir şey kaybetmemiş olacaklardır.
Kitaplarını büyük hayranlıkla okuduğum (bu bloga yazdığım ilk yazı da serinin son kitabıyla ilgiliydi) ve İsveç versiyonu filmlerini de oyuncuları karakterlerle özdeşleştirerek izlediğim bu hikayenin, David Fincher'ın ellerinde yeniden şekilleneceğini ilk duyduğumda hafif endişeyle karışık müthiş bir heyecan duymuştum. Zira Fight Club, Seven, Benjamin Button, Zodiac da kendisinin elinden çıkmadır ama, çok güçlü karakterlerin ve yine oldukça güçlü bu hikayenin, başarılı bir İsveç uyarlamasından sonra yapılacak bu film şaheser de olabilirdi, David Fincher'ı rezil de edebilirdi. Daniel Craig'e zaten güveniyordum ve bu rolün verilebileceği belki de en iyi isim olduğunu düşünüyordum. İstikrarlı oyunculuğunun devamı olarak kendisinden bekleneni eksiksiz vermiş ve karizmatik-başarılı gazeteci karakterine tam uymuş. Noomi Rapace'ın can verdiği Lisbeth Salander ise, kafamda o kadar yer etmişti ki, Rooney Mara'nın bu işi kıvıramayacağından emin gibiydim. Ama günün geç saatlerinde ve dışarıda lapa lapa bir kar başlarken, 155 dakika oturduğum perdenin karşısında -affınıza sığınarak- adeta zevkten kıvrandım. Biraz farklı bir Lisbeth Salander görüntüsü yaratılmış olsa da bu efsane karakter neredeyse eksiksiz oynanmış, oynatılmış. Bu performansından sonra hayatının geri kalanını bir yıldız olarak yaşayacağından emin olduğum Rooney Mara'nın İsveççe yer ve kişi isimlerini telaffuz edişi ise İngilizce çekilen bu filmde dişe dokunur bir fark yaratmış.
Bu müthiş kitabın sinema filmine dönüştürülürken bir yerlerinden kırpılması icap etmiş doğal olarak ama, belki de yapılabileceği en iyi şekilde uyarlanmış. Stieg Larsson'un anlatmaya çalıştıklarını (ki olayın ruhu olan şeyleri) eksiksiz vermiş bir kere, İsveç'in o hayran kalınası kışını, karakteristik mimarisini, entelini-serserisini de olduğu gibi sermiş perdeye. Dolayısıyla Blu-Ray'ine bir kamyon para verip alacağım bir film ortaya çıkarırken, bundan sonra yapacağı her filmi sinemada izleyeceğim garantisini de alıyor Fincher.
Finaller dize kadar, Lisbeth gel bize kadar diyor, sınavlara falan boşverip gidip görmenizi ya da daha iyisi serinin ilk kitabına başlayarak kendinize bir iyilik yapmanızı tembih ediyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder