12 Mart 2014 Çarşamba

İdrak Anı

Kalbine, kalbinden büyük olmayan bir baloncuğun gelip yerleştiği, nabzının attığı her an damarlarına bir şeyler sızdırmaya başladığı andır bu. Başkasını bilmem de bende o kadar keskin ki bu idrak anı, kalbime o baloncuğun gelip yerleştiğini gözümle görür gibi olurum.

İnsan hep bilir aslında, farkındadır olan bitenin, ya da çoğu zaman olacağın olmakta olduğunun seyircisidir. Farkındalık demeli sanırım buna, ayırt etme yetisine sahip her beyin olayın farkındadır. İnkar etmek de insan için tabi, farkında değilmiş gibi yapmak zor değil. Ama farkında olan veya farkında değilmiş gibi yapan herkes için, hayata devam edileceğinin, bir yanı eksik halde devam edileceğinin, babanın köşesinin artık boş olacağının, bir dostun artık omuza bitişik durmayacağının, bi daha hiç 20'li yaşlarında olunmayacağının, Fenerlilere “kupayı bilmem kaç yıldır alamıyonuz olm” denilemeyeceğinin ayırdına varıldığı an, idrak anıdır. Bazen sadece hüzünlü, bazen acılı, bazen yakıcı andır. Kalbe yerleşen baloncuğun büyüklüğü, acının büyüklüğü nispetindedir.

Gözünüzde canlansın, biraz dallandırıp budaklandıracağım. Göçü toplayanın sevilen biri olduğunu varsayarak; ölüm, bu konunun en keskin örneği. Ani ölümde bu durum çok daha hızlı olur ve idrak üzerine idrak yaşanır birkaç saat içinde. Ama hastalık sonucu ölüm var; eş, dost, akraba ölümün gelişini seyreder, kendini hazırlar. Burada bu hazırlık süreci sayesinde idrak anı gecikir biraz. Olayın akışına kendini kaptıranlar musalla taşında bile olaya seyirci gibidir. Ama bi an, ki bu her beyinde farklı bi andır, bi an kalbiniz kabararak, nefesiniz daralarak fark edersiniz ki yarın, ya da öbür gün, ya da sonraki gün, “O” yoktur. Yoktur işte. Boğaz düğümlenmesi anıdır. Ağlama anıdır. Anası, eşi, kızı hep ağlamıştır gerçi, onlar “idrak anı”ndan sonra daha başka ağlarlar.

Daha garip olanı sevdiğiniz, kalbinizde varlığı olan bir insanı o hayattayken kaybetmektir. Bunun da çok alt türü var mutlaka. Uzatmalı sevgililik ayrılığı kolaylaştırmak için icat edilmiş mesela. Sabretmek, ota boka takılmamak, umursamamaya başlamak hep ayrılık acısını azaltmak için. Bu, ayrılığın gelişinin gün be gün izlendiği örnektir. Bi de idrak anı daha sızılı olanı var, eğer seven taraf olacaksa düşmanımın başına. Tartışma sonucu, aldatma sonucu, bok püsür sonucu, belki durup dururken sevdiğin kişiden ayrılma hali. İşte bahsettiğim idrak anı, sinirin, ilk sersemliğin atlatılıp o kişinin artık olmayacağının ayırdına varıldığı andır. Ayrılık acısı değil, ölüm acısı değil, hayatındaki boşluğun gelip kalbine yerleştiği, acıdan çok başka bir sızının damarlarına nüfuz ettiği andır.

Çok daha garip olanı ise geri alınamayacak büyük bir suçu soğukkanlılıkla işledikten sonraki farkına varma anı sanırım. Öfkeyle, karşısındakinin kendine ettiğinin hıncıyla onu öldürmeye bile karar verip uygulayabilir insan. Bir insana fiziksel zarar vermek, onu yaralamak, öldürmek belki, insanın beyninde filizlenen öfkeli bir düşüncenin ulaşacağı yerin ne kadar tehlikeli olabildiğini göstermez mi? Birinin canını alan bir insanın bunu öfkeyle, cehaletle, para hırsıyla, karşılıksız aşk sebebiyle yaptığını ve üzerinden bir aralık geçtikten sonra yaptığı şeyin farkına vardığı anı düşünün. Suçu bir sarhoşlukla işlemiş gibidir, sanki rüyada gibi, belki cesaretinden keyif alırcasına. Her şey olup bittikten sonra gerçek dünyaya döner, yaptığını idrak eder, göğsünde kocaman bi boşluk oluşur, ciğerleri daralır, kalbi yaptığını geri alma isteğiyle kasılır.

Bende bu idrak anı bildiğiniz resmi geçit yapar dostlar. Duruma göre değişmekle birlikte, ayrılığın ertesi sabah günün ilk ışığını bekler; sevdiğim bir arkadaşımla tartışıp rest çektiğimde, bir başkasıyla konuşup aynı tadı alamamamı bekler; sevdiğim biri bu dünyadan göçtüyse mezara atılan toprağı bekler.

Geri dönüşü olmayan adımlar atmamalıyım. Bi daha bu kadar sıkıntılı yazmamalıyım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder